Tek kişilik 'çoğul' bir adam

Hani bazı insanlar vardır. Hakkında anlatılanları dinler, yaptıklarına, yaşadıklarına hayranlık duyarsınız ve onunla tanışma imkanını avuçlarınızın arasından kaçırdığınız için hayıflanırsınız. Rahmetli Erkan Yücel'de benim için böyle bir insandı. Onun sanatçı kişiliğini ve bir trafik kazasıyla sonuçlanan tutarlı yaşamını burada anlatmaya gerek yok. Ama şu minik anekdot, onun en güç durumlardaki espri gücünü nasıl kaybetmediğini öyle güzel gösteriyor ki...

Sevgili Adil Özkol anlatmıştı. Adil ağabey ile Erkan Yücel 12 Mart günlerinde TİP davasından mahkûm olmuşlar. Dönemin pek çok aydını gibi 'yine' cezaevindeler. Yücel, o kıvrak zekâsıyla, o karanlık ortamın neşe kaynağı. Bir gün tuvalete giriyor. Dışarda 'sıkışmış' bir başka mahkûm. Tuvalette kimsenin olup olmadığını anlamak 
için kapıyı tıklatıyor. İçerden Erkan'ın sesi duyuluyor 'Girin'...

Adil Ağabey'den dinlediğim bu tuvalet öyküsünün üzerinden yıllar geçti. Perşembe gecesi Levent Kırca'nın Dolmabahçe'deki o güzelim çadır tiyatrosundayım.Yine o güne kadar tanımadığım, genç bir sanatçının, Mehmet Esen'in tek kişilik oyununun ilk bölümünü izlemiş, verilen kısa arada, sersemlemiş bir şekilde tuvalete girmişim. Onca kalabalık arasında yan yana 'teşaşür' ettiğimiz iki gencin konuşmalarına kulak verdim. "Yahu abi," dedi biri diğerine "Adam erkekliğin bütün sırlarını açıkladı."

Aslında Mehmet Esen erkeklerin değil, insanlığın sırlarını açıklıyordu. Oyununun bir bölümünde, 'Türk erkeklerinin' plajlarda denize girdikleri zaman bize özgü davranışlarını inanılmaz detaylarla yansıtıyordu. Kadınların önünden mayoyla geçerken göbeklerini içeriye çekmesinden tutun da, denize işerken yüz ifadelerinin nasıl olduğuna kadar. Sadece komik değil bir o kadar da gerçek ve acıklıydı.

Saat dokuzda başlayan tek kişilik oyunun ilk bir buçuk saatlik bölümünün nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Mizah, hüzün ve gerçek, Mehmet'in genç yaşında edindiği birikimle iç içe geçmişti. O da 'hocası' Erkan Yücel gibi hapishane maceraları yaşamıştı. Ama bir başka darbede. 12 Eylül döneminde. Sahnede bir dönemin panoramasını çiziyordu. Hem toplumsal, hem kişisel bir panoramaydı bu. Cezaevindeki günlerini, polisteki sorgulamalarını bile öyle 'mütebessim' anlatıyordu ki. Tıpkı Erkan Yücel'in 12 Mart dönemindeki tuvalet hikâyesi gibi. Kocaman kocaman laflar etmiyordu ama hissettikleri yüreğinize işliyordu. 

Kulise girdiğimde, mutevazı, kişisel olan pek çok şeyi içine atan, ama birikimini toplumla paylaşabilen yetenekli bir insan tanıdım. "Her şeyimi Erkan Yücel'e, Münir Özkul'a, Genco Erkal'a borçluyum" diyordu. Mehmet, bir Münir Özkul değil. Bir Genco Erkal ve Erkan Yücel de değil. Ama iyi ki değil. Çünkü o kendisi.

Erkan Yücel'i tanıyamadım ama Mehmet'i geç bile olsa iyi ki tanıdım. Damağımda bıraktığı mizahın, hüznün ve acının karışık tadını herhalde uzun süre unutmayacağım.

Arda Üskan/Radikal-1 Mayıs 2000