Hürriyet'ten
Salaklıklarımı anlatıyorum
Selcen TANINMIŞ
Çok küçük yaşlarda başladı tiyatroya.
Okulu bırakıp evden kaçtı, sahneye sığındı. Büyüdü, tutuklandı. Çıkınca
işsiz olduğunu farketti. Kahvelere girip oyunlarını oynadı. Sonra kalkıp
Almanya'ya gitti, tiyatro ve başka bir sürü iş yaptı. Polonya, Çekoslovakya'da
sinema okumak için para kazandı. Dünyanın bir dengesi olduğuna inanıyor;
iyi varsa kötü de olacak! Denge bozulduğunda ise dünya bitecek... Almanya'da
oynanacak bir oyunu var. Adı ‘‘Sakın Arkana Bakma’’. Oyun şu sözle bitiyor:
‘‘Tarih kötülere her zaman daha fazla şans tanır ama sonunda kazanan hep
iyiler olur.’’ O buna kesinlikle inanıyor.
Meddahlık ve stand-up komedi....
- Biz nedense kültürümüzü küçümsüyoruz.
Meddah yerine stand-up komedi yapıyorum, diyorlar. Madonna klibinde Mevlana'yı
kullanırken bizimkiler Amerika'da klip çekiyor. Meddah başkaldırandır,
hepsinin üstünde bir şeydir. Korkmadan yanlışa hayır diyen, kendi ışığını
sakınmadan harcayan sanatçı. Yurtdışında güzel kritikler aldım ben de onu
yaşatmak istiyorum.
Avrupa'da mı meddahlık yaptınız?
Oradaki ile buradaki arasında ne gibi farklar var?
- Daha çok yaşadıklarımı anlatıyorum.
Orada sokakta adam öldürmüyorlar, Manisa gibi olaylar yaşanmıyor. İnsanlar
daha çok birey olmuşlar, kendileriyle, cinsellikle ilgili problemleri var.
Yani politik şeyler pek yapılmıyor. Ama burada ister istemez insan politikanın
içine giriyor.
Peki orada sahnede daha mı rahatsınız?
Burada ‘‘Burası Türkiye aman dikkat edeyim’’ diye bir düşünce var mı kafanızda?
- Hayır burada daha rahatım. Ben
Don Kişot'luk yapmıyorum ama birilerinin bir şeyler söylemesi gerektiğine
inanıyorum. Bir politikacı on saat nutuk atar insanın kafasını değiştiremez
ama siz sahneden bir sözle, bir kitapla, bir şiirle insanın hayatını allak
bullak edebilirsiniz. Sanat çok güçlü bir silah. Amerikan kültürü bize
bangır bangır geldi ve hala aynı şekilde gidiyor. Onun ürünü olarak da
birtakım oyunlar oynanıyor. Stand-up komedi değil fastfood komedi diyorum
ben. Yapılanlar hakaret boyutunda. Sen sus otur, konuşma...
Sisteme saygısızım
Seyirci ‘‘efendi’’ olmamalı gibi
bir düşünceniz vardı sizin?
- Ben istiyorum ki insanlar konuşsun.
Ben oturup saatlerce seyretmelerinden sıkılıyorum. Seyirci de konuşsun
istiyorum. Oyundan çıktığı zaman da, istediğim tek şey mutlu olsun, iyi
ki yaşıyorum desin, sevgilisi varsa onun elini tutsun, kendine güvenini
kazansın. Türkiye'de insanlar kendine güvenini kaybetmiş durumda. Bazı
arkadaşlar hakaret ederek yapıyor, isim vermek istemiyorum.
Siz saygılı ve efendice bir oyun
oynuyorsunuz...
- Ben seyirciye değil de sisteme
saygısızım. Seyirciye niye saygısız olayım ki sonunda yaratan sistem. Devletin
tavrına saygısızım.
Nedir sizin devletle ‘‘zorunuz’’?
- Ben parlamentoya inanmıyorum.
Taşeronluk yapıyor gibi geliyor milletvekilleri bana. Ve hala 12 Eylül
Anayasası sürüyor. Büyük bir yalan var ve yalanla yaşanıyor. İnsanların
sağduyusu olmasa her şey birbirine girebilir. Ve o kadar insan öldürüldü
ki, belki bir milyon ana her gece yatağında ağlıyor. Polis anası, asker
anası, terörist anası... Ben Metin Göktepe'ye ne kadar üzüldüysem Özdemir
Sabancı'ya da o kadar üzülüyorum. Ama kendimi bu ülkeye çok borçlu hissediyorum.
Orada bir başarım varsa tamamen kendi kültürümü, renklerimi yansıttığım
için var. Şimdi bir turneye çıkıyorum, Edirne'den Kars'a kadar gideceğim.
Türk Olmak Kolay Değil nereden
çıktı?
- Can Yücel anlatmıştı bana. Hasan
Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Hitler faşizminden kaçan
Yahudi asıllı profesörlere burada, Türkiye'de çok büyük imkanlar sağlanmış.
O kadar sevmişler ki Türkiye'yi, bazıları Türk vatandaşı olmak istemiş.
Türk vatandaşı olanlardan birine bir gün bir mektup gelmiş, lütfen lojmanı
boşaltın diye, iki gün sonra bankaya gitmiş parasını çekmek için, aldığı
para beş bin lira ise bin liraya düşmüş. Bu adam da hemen Hasan Ali Yücel'e
koşmuş ‘‘Sayın bakan böyle böyle oldu. Ben sizi çok sevdim Türk vatandaşı
oldum ama başıma bu işler geldi’’ deyince, H. Ali Yücel de ‘‘Eee Türk olmak
kolay değil’’ diye cevap vermiş. Buradan çıktı bu isim.
Siz bir ara kahvelere gidip ‘‘Bir
dakka durun ben bir oyun oynayacağım’’ diyormuşsunuz...
- 12 Eylül'den sonra, hapisten çıktığımda
kimse bana iş vermedi. İşin aslı bu. Giriyordum bir kahveye, kendimi tanıtıyordum,
size bir oyun oynayacağım diyordum. Başlıyordum oynamaya ve o insanlar
çok saygılı bir şekilde dinliyorlardı. Sonra şapkamı çıkartıp para topluyordum.
O kadar büyük para kazandım ki hapisanedeki bütün arkadaşlara baktım.
Seyirci korkuyor
Peki siz 80 döneminde de meddahlık
yapıyordunuz. O zaman ki konularla bugünkü konular arasında neler değişti?
- O zaman insanların inançları çok
kuvvetliydi. Şimdi yitirdiler. Kabuklarına çekildiler, sindiler. Korkuyor
bugün seyirci. Hakaret ediyorlar o korkuyor. Seyircinin sesini çıkartması
gerek, biz bunu söylemeliyiz.
Siz seyirciden bu tepkiyi almak
için ne yapıyorsunuz?
- Ben ilk önce samimi olduğuma inandırmaya
çalışıyorum. Bakın benim sizden farklı bir gücüm yok. Birlikte bir oyun
oynayacağız. O güveni verdiğiniz zaman zaten kendi kendine katılıyor.
Oyunun ne kadarı doğaçlama, ne
kadarı önceden yazılıyor?
- Hiç yazmadım ben. Belli hikayeler
var, diyorum ki ben okulla ilgili şunu anlatabilirim, tiyatroyla şunu.
Böyle bir akış var ama her an seyircinin reaksiyonuna göre değiştiriyorum.
Bir de hiçbiri birbirine benzemiyor. Anlatılan hikaye aynı ama farklı.
Ruh halime, seyirciye göre değişiyor. İnsan sahnede su gibi oluyor, kapaklar
açılıyor ve akıyorsun seyirci de senle akıyor.
Herkes haddini bilmeli
Bir tiyatrocu için meddahlık
ne demek?
- Meddah Osmanlı döneminde de padişahın
karşısında sandalyeye oturma yetkisine sahip tek kişi ama fazla da ileri
gittiği zaman kellesi giden kişi. Bir çok meddahın kellesi gitmiştir, dalkavukluk
yapamadığı, padişahı eleştirdiği için. Bana çok yakın geliyor bu. Söylemek
istediğim şeyi söylemek istiyorum. ‘‘Evet, başınız dimdik çünkü boğazınıza
kadar boka batmış durumdasınız’’ diyorum. Eleştirmek lazım. Korkmamak lazım.
Sizi ne korkutabilir?
- Kötü bir insan olmaktan korkuyorum.
Şerefsiz, onursuz bir insan olmaktan. Paraya yenilmekten korkuyorum. Hatalarımı
sahnede söylüyorum. Psikoloğa gitmekten korkan bir insandım ve hayatım
boyunca da gitmedim. Söylediklerimi kitap yapar da rezil olurum diye. Ama
bugün terapiyi sahneden yapıyorum. Başıma gelen ilginç bir olayı hemen
anlatıyorum. Kendi salaklıklarımı anlatıyorum.
Niye asker elbiseleriyle çıkıyorsunuz
sahneye?
- Ben kültür savaşçısıyım. Avusturya'nın
önemli gazetelerinden biri başlık attı: ‘‘Dönerin öbür yüzü! Biz Türkler
sadece döner döndürür diye biliyorduk ama Mehmet Esen başımızı döndürdü’’
diye. Ben kendimi çölde bir kum tanesi gibi görüyorum. Daha çok ekmek yemem
lazım. Dünyanın neresine giderseniz gidin üç tane Türk tanıyorlar. Atatürk,
Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, belli yerlerde Aziz Nesin, Yaşar Kemal. Bizim
sanatçılara bakıyorsun ‘‘ben büyüğüm’’ havasındalar, sen Beyoğlu'nda büyüksün.
Berlin'de, Paris'te dolaş, kimsin sen? Hepimiz haddimizi bilmeliyiz.