Geyikten vazgeçme, asla
Dünün "geyik muhabbeti" bugünün en gözde,
en makbul gösteri ve sanat türü: Stand up!
Enflasyona uyarlı biçimde birdenbire
patlayışıyla dikkat çeken stand up, neredeyse hayatımıza ve sahnelerimize
gökten zembille inmiş gibi görünüyor. Cem Yılmaz patentiyle ardından bir
dizi genç-genç irisi şovmeni sökün ettiren muhabbet, hayatımızın ve zamanımızın
zorunlu, doğal tadı, dokusu aslında.
Bir kere her şeyden önce biliyoruz
ki, "ağır ol molla desinler" devri çoktan geçti. Şimdi hafif, çok hafif
olmak mecburi. Her anlamda. Bedensel-fiziksel yönden de, zihinsel yönden
de geçerli tek ilke yükte hafif, pahada ağır olmak.
Örneğin tarih boyunca toplumun üst
kesimlerindekileri, hali vakti yerinde olanlar, iyi beslenenler cüsseli,
iri kıyım ve ağırdı. Yoksullar, bir deri bir kemik, üflesen uçacak gibiydi.
Şimdi tam tersi. Kötü beslenen, karbonhidrat yüklenen yoksullar ağırlıktan
yerlerinden kalkamaz halde. İyi ve ilmi beslenenler vücutlarını yağ yükünden
arındırıp hafifledikçe hafifliyorlar.
Hafiflik sağlık işareti, göstergesi.
Yalnız bedende değil, zihinde ve onu dışavuran dilde de böyle bu.
Dinler ve onun çevresinde oluşan geleneksel
düşünce, kültür hep "ağırlık" peşindeydi. Ağır ve ciddi. Gülmek, "hafif"lik
olduğu için iktidar dışındakilere, alt tabakalara, sapkınlara özgüydü.
(Şeytan, hep güler!) Çünkü gülmek, itaat dışıdır. Kuşkunun kışkırtıcısıdır...
Oysa, artık bütün otoriteler, iktidar ve aygıtları kahkaha içinde. Şenlik,
gösteri düzeni, iktidar şiddetinin kamuflajı, ayrılmaz, vazgeçilmez öğesi.
Modern zamanlar öncesinde "soytarı"lık,
bir kurumdu. Başkalarına, topluma yasaklananları yapma ve söyleme hakkına,
misyonuna sahip tek kurum. Bir bakıma özgürlük temsilcileriydi soytarılar.
Şimdi artık "soytarı" yok, "şovmen" var. Ve rolleri bize hoşça vakit geçirtmek.
Varolanı eğlenceye, gösteriye dönüştüren şov, bir itaat, onay, kabullenme
kurumu...
Hafiflik kültü, kaba hatlarıyla böyle
bir dönüşümün ürünü.
Dönüşümün buraya, bize özgü yanları
da var elbette. Bunlara şöyle bir bakmak, "stand up" etiketiyle karşımıza
çıkan "şahsi şov"ların ne denli şahsi olduğunu göstermesi yönünden ilginç
olacak.
Boş, uzun uzun konuşma, gevezelik
anlamındaki "geyik muhabbeti", 1980'ler argosunun ürünü. Terimin ortaya
çıktığı dönem önemli. Çünkü, 1980'ler tam da tavandan tabana bütün bir
toplumun "dil tutulması"na uğradığı dönem. Hayatın kendisine, nasıl yaşandığına,
yönetime karşı her türden karşı söz yasak. Herkese dilini tutmasını dayatan
bir şiddet var: Darbe ve korku.
Ama aynı dil tutulmasının darbeciler
için de geçerli olduğu görülür. Kenan Evren'in kurduğu hemen bütün tümceler
ne kadar hiddet, ne kadar otorite yüklü olsa da "anlam" yoksunudur örneğin,
ilerleyen yıllarda darbenin şiddeti geçince adına özel bir terminoloji,
özel bir dil yaratılacaktır: Netekim ya da Mustafa Kamil Zorti kod adıyla
anılan Zortice.
Turgut Özal, 12 Eylül sonrası "demokrasiye
geçiş"in mimarlığını üstlenirken, bütün cerbezesine, dur durak bilmez konuşma
tutkusuna karşın söz konusu dilsizliğin en seçkin temsilcisiydi aynı zamanda.
Ağır yerel aksanlı İngilizce'yle Türkçe'yi harmanlaması, "transformasyon"culuğu
bir yana, "aççık açık ifade edeyim ki", "ona da bir bakmak lazım", "şeyi
şey ederek" gibi fevkâlade güçlü bir anlatım, dil yetkinliğine sahipti
Özal...
Hitabet güçleri ve söylediklerinin
içeriği yüzlerce fıkraya konu olan Yıldırım Akbulut, onu izleyen "genç
lider" Mesut Yılmaz'ın dillerini burada yeniden anmaya gerek yok. Dil tutulması,
bütün seksenli yılların karakteristiğidir.
Aynı dönemin bir başka karakteristiğini
de kısaca anımsamakta yarar var. O da, dilsizleşmenin getirdiği yeni dildir.
"Geyik muhabbeti", geyik muhabbeti olmazdan önce, "Gırgır" patentini taşıyordu.
Bir eylemden öte; yaşanan baskı ve şiddeti mizah-espri kalkanıyla karşılamaya
yönelik eyleminin kurumsallaşmış adı, yayın organı olarak Gırgır dergisi,
toplumun tepeden tırnağa dilsizleştiği ortamda yeni dilin neredeyse kurucusu
işlevini taşıyordu. Özellikle gençlik için.
Latif Demirci ve Behiç Pek'in yarattığı
Muhlis Bey, 1980'lerin ilk yarısında Gırgır'ın en gözde tiplerindendir.
Yaratıcıları başlangıçta o hedefi gözetmişler miydi bilmem ama bugün baktığımızda
Muhlis Bey'in dil ve davranış yönünden adeta "Netekim"in (yani Kenan Evren'in)
habercisi, izdüşümü olması, son derece ilginç.
Aynı şekilde Özal, "transformasyon"larına,
"çağ atlama" vaadlerine "Japon mucizesi" örneğini gösterirken, "cepön muceci"
diyen Cork'ların Gırgır'da vücut bulması da bir başka ilginç gösterge.
Amip gibi birbirine benzeyen, şekilsiz, oval tiplerden oluşan Cork çizgi
bantında karakterlerin biçimleri de, dilleri de deformeydi. Bant, gündelik
dilin bir tür yeniden şifrelenip deşifre edilmesi üstüne kuruluyordu.
Siyasal liderlerin ve popüler kültürün
ortaklaşa ürettiği, sergilediği bu dilsizlik döneminde gençlik kendi argosunu
yarattı. "No problem"lerle, "haretülbetüller"le, "the slamünaleyküm"lerle
örülü bir argo. Ve bunların bileşimi olarak "geyik muhabbeti"!
Sonrası malum, 1990'lara Baba'nın
"konuşan Türkiye" vaadi, çağrısıyla girdik. İşte konuşuyoruz. "Talk show",
olmadı "stand up" vaziyetinde, sürekli konuşuyoruz. Seri ve fakat olabildiğince
hafif... Maksat, geyik olsun.
Başka türlüsü mümkün mü?

|