BALE TETKİKLERİM
Arkadaşım, iki kişilik bir bale gösterisi davetiyesiyle
karşıma çıkınca, önce mırın-kırın ettimse de, sonra baleye gitme fikrine
uyum göstermeye başladım. Bunun temel sebebi ise, balenin ‘tükürürüm ben
böyle sanatın içine’ olarak tabir edilen sanat dallarından birisinin içine
dahil olup olmadığıydı.
Bale temaşasının yapılacağı yer Harbiye Açık
Hava Tiyatrosuydu. Gösterinin başlamasına bir saat kala yerlerimizi aldık.
Hava açık ve saha baleye elverişliydi. Beşbin kişilik tiyatronun 2500 kişilik
protokol kısmı da tıklım tıklım doluydu. Gösterinin adının Zorba olması
bir tesadüf olamazdı, çünkü, elindeki davetiyeyle protokol sıralarına geçmek
isteyen her izleyici, fedailer ordusu tarafından geri püskürtüldü.
İzleyicilerin gerekli su, meşrubat, patlamış
mısır ve ciklet stoğu yapması için lazım gelen süre geçtikten sonra gösteri
de başladı. Sahnenin iki yanından, erkekli kızlı bir grup sökün ettiler.
İlk defa bale izleyen birisi olarak, ilk izlenimim
şu ki; böyle nezih gösterilerde erkek oyunculara hiç gerek yok bence. Ne
o öyle kaba-saba kaslarıylan göz zevkimizi bozuyorlar. Halbuki cins-i latifler
öyle mi?.. Allah özene bezene yaratmış onları. Boy desen onlarda, pos desen
onlarda ve dahi pek çok mühim husus onlarda!..
Bence, sedece balerinler de, pekala bu gösteriyi
alıp sırtlayabilirler. Kimsenin burnu bile kanamaz. Yalnız, benim kareografiye
ve kostümlere ciddi itirazlarım olacak. Eğer, bu gösteri uzun süre oynanmaya
devam edecekse, şu hususlara dikkat edilmesi gerekir:
Balerinlerin etekleri çok uzun ve yerleri süpürüyor.
Etekler yerleri süpürdüğü için de, haliyle kirleniyorlar. Bu ise, daha
fazla deterjan ve emek tüketimi demek. Oysa etekler kısa olsa, bu dertlerin
hiçbirisi kalmaz.
Eteklerin kısalığı yanında, üzerlerine giydikleri
bluzlar da bana çok kapalı geldi. Bir kere hava çok sıcak, yazık değil
mi körpelere?.. Hem bluzların çok kapalı olması, yaptıkları sanatın derinliklerine
inmemize izin vermiyor. Sorarım size, sanattan mümkün olduğunca faydalanmak
bizim de hakkımız değil mi?.. AB üyesi değiliz diye, bunları bize reva
mı görecekler.
Kareografik itirazlarıma gelince... Beni üzen
en önemli nokta burası olmuş değerli okuyucularım. Çünkü, hangi sanat düşmanı
hazırlamışsa, öyle bir hazırlamış ki, gösteri boyunca erkekler hep sahnenin
önünde, o körpecik kuzular sahnenin taaaa en arkasında. Işıkçı da zaten
embesil midir nedir, ışığı hiç o taraflara tutmadı. Tekrar sorarım
size, biz bu ışıkçıyla AB’ye nasıl gireriz?.. Kopenhag kriterleri gibi,
kareografi kriterleri yok mudur bu işin?
Bir diğer itirazım da şu şekilde olacak değerli
okur... Bale gösterilerinde hep öyle mi olur bilmem ama, işin bir de müzik
yanı vardı. İşte bu müzik kısmını 3 kadın(ışıkçı olacak sanat düşmanı bunlara
da ışık tutmadı) ve bir erkek üstlenmişlerdi. Ne var ki, bendeniz, davul
hariç hiçbir müzik aletini tanıyamadım. Gönül isterdi ki, burada zurna
da olsun, kaval da olsun, bağlama da olsun. Ne olurdu yani, bir ud ve bir
de kanun da koysaydınız. AB ülkelerinin otantik çalgılara değer verdiğini,
hadi halkımız bilmiyor diyelim, peki saygıdeğer yetkililer de mi bilmiyor?..
Sözün özü, ben bütün gayretimle ışıkçının uzanamadığı
yerlere bakarak, bu gösteriyi aktif bir şekilde izlemeye çalıştıysam da,
bir zaman sonra artık dikkatimi toplayamaz oldum... Bir ara seyircilerin
arasına alaskacı ve frugocular girince, bunun yabancılaştırma efekti olduğunu
sanıp biraz canlandımsa da, birinci perdenin bitmiş olduğunu anlayınca,
arkadaşımın elinden tutup soluğu Beşiktaş motor iskelesinde zor aldım...
Ne geceydi ama...